Saturday, February 17, 2018

Ahmet Kuru'nun "AKP ve Cemaat" yazisi uzerine

Ahmet Kuru ABD’de San Diego Devlet Universitesinde Siyasal Bilimler profesoru. Son aylarda Turk siyaseti ve ozellikle uzunca zaman icinde bulundugu Gulen cemaati ile ilgili yazdigi yazilarla gundemden dusmuyor. Subat 17, 2018 itibariyle en son yazisi Kitalararasi.com’da “AKP ve Cemaat” basligiyla yayinlandi.

Yazisinda Turkiye’de son yillarda daha da belirginlesen otoriterlesme problemini AKP ve  cemaat denkleminde analiz ediyor. Otoriterlesmenin sebeplerini Erdogan’in sahsi, ulke ici dinamikler ve uluslarasi sistem cercevesinde ele aliyor. Ulke ici dinamiklerin en onemli aktoru olarak Gulen cemaatinin otoriterlesmedeki rolune de detayli olarak deginiyor. 15 Temmuz darbesi sonrasinda gelinen noktada cemaatin eski ortagi tarafindan yokedilme girisimini de elestiriyor. Yazisini gelecek icin iki ongoru ile bitiriyor: ya AKP’nin populist rejimine karsi ortaya cikacak laik bir dalga ya da gruplarin ozelestiri yaparak gecmisten ders alip guclu bir demokrasiye yonelmeleri.

Bu konulari ele alan bir kitap yazilsa bile atlanacak noktalar olacagi gibi, kisa bir makalede dogal olarak her detayin ele alinmasi mumkun degil. Bu blog yazimin geri kalan kisminda, yuzeysel gecilen veya hic deginilmeyen bazi noktalari ele almaya calisagim. Bu yazimin Kuru’nun onemli makalesinin dipnotlarindan biri olarak gorulmesini umit ediyorum.

“Bu süreçte diğer önemli bir eşik 17-25 Aralık 2013’de ortaya çıkan yolsuzluk dosyalarıdır. Şahsı ve aile fertlerini de içine alan operasyonlara karşı Erdoğan eski ortağı Gülen Cemaati’ni önce bu operasyonlar ile darbe yapan paralel devlet, sonrasında ise bir terör örgütü olarak tanımlama yolunu seçmiştir.”

Kuru, yazisinda 17-25 Aralik olayinin arka planina deginmiyor. Dikkatsiz bir okuyucu yazinin bu yolsuzluk sorusturmasini cemaatten bagimsiz ele aldigini dusunebilir. Amiyane ifadeyle, kazin ayagi hic de oyle degil. Yolsuzluk dosyalari cemaatle irtibati oteden beri bilinen ozel savcilar tarafindan “dersane krizi” sonrasinda ortaya suruldu. Eger cemaatle baglantili ozel savcilarin yolsuzluklarin uzerine gitme niyeti samimi olsaydi, dersane krizine karsi bir hamle olarak bekletilmeyip, daha onceden harekete gecilmeliydi. Bugun daha iyi anlasildigi uzere kapali kapilar arkasinda yapilan pazarliklar sonuc vermeyince cemaat, son kozu olarak elinde tuttugu yolsuzluk dosyalarini Erdogan’i bitirmek gayesiyle one surdu. Cemaat kendi universitelerinde yapilan yolsuzluklar ve okul ve universite arsalari usulsuzlukleri nedeni ile “sutten cikmis ak kasik” olmadigi icin Turkiye’yi yolsuzluklardan temizlemek gibi bir gayeyi de gutmedigini one surmek yanlis olmayacaktir.

Cemaat, onceleri egitim ve irsat niyetiyle baslayan sivil bir toplum hareketiydi. Kuru’nun da bahsettigi gibi AKP’li yillara kadar siyasetten uzak durmaya da gayret etti. Sivil bir toplum kurulusu olma iddiasinda olan bir hareketin yolsuzluklarin uzerine gitmek gibi bir vazifeyi uzerine almamasi lazimdi. Eger samimi olarak yolsuzluklarin uzerine gidilmis olsaydi bile, bu, bir cemaatin gorevi degildi. Tarih kontrollu deneye izin vermiyor. Ama gelisen olaylara bakip ekstrapole edildiginde, su kaniya varilabilir. Eger yolsuzluk sorusturmasi olmasaydi, Turkiye’de kalan cemaat mensuplarinin bugun maruz kaldiklari dramin hicbirisi yasanmiyor olabilirdi. Erdogan’i bitirme gayesiyle baslatilan 17-25 Aralik, cemaatin nerdeyse sonunu getirdi denebilir.

"Sürecin facia anı ise 250’den fazla insanın ölümü ile sonuçlanan 15 Temmuz 2016 darbe girişimidir... Erdoğan darbe girişiminden Cemaat’i tek başına sorumlu tutmuş ve bu konuda Cemaat’e “Fethullahçı Terör Örgütü” denmesi konusunda önde gelen neredeyse tüm siyasi aktörlerin ve medyanın desteğini almıştır. "

Kuru bu konuda da, muhtemelen yazisini uzatmamamak gayesiyle, darbenin arka planina deginmiyor. Cemaatin darbede rol aldigina dair onlarca kanit mevcut. Bircoguna gore ise, darbe tamamen cemaat tarafindan planlanmis (ben bu kanida degilim). Darbenin basinda kimler vardi, diger aktorler kimlerdi, yillar sonra elbette ortaya cikacaktir. Ama Gulen’in veya Turkiye’deki bazi siyasilerin darbeyi tamamen Erdogan ve MIT tarafindan kurgulanmis bir tiyatro olarak gormeleri gulunc bir iddia. Dolayisiyla, Erdogan’in, ve daha onemlisi Turk halkinin, darbeden cemaati sorumlu tutmalari icin onemli nedenler mevcut. Bugun, Turkiye’deki sol ve liberal kesimin buyuk kismi da bu konuda Turk halkindan farkli dusunmuyor.

Peki bu kanitlar neler? Sorgulamalarda alinan ifadeler, darbe gecesi gecen diyaloglarin dokumleri ve teslim olan askerlerin yaptigi itiraflari bir yana birakalim. Hatta tanktan cikan cemaat mensubu polis ve TRT binasindan kacarken kameralara yakalanan Surat calisanlarini da dikkate almayalim. 15 Temmuz’dan haftalarca once Osman Ozsoy ve Emre Uslu gibi cemaat mensuplarinin darbe beklenti ve ongorulerini de es gecelim. Ortada hala askeri ust cevresinde yakalanan Adil Oksuz, Kemal Batmaz ve Harun Binis gercegi var. Cemaat bugun bu insanlari kandirilmis veya MIT mensubu olarak goruyor. Ama bu insanlardan yakalanan ikisi mahkemede kandirilmis olabilecekleriyle ilgili bir ifadede bulunmadilar. MIT mensubu olsalar darbeyi tamamen cemaate yikabilirlerdi. Ama onlar acik sekilde yalani tercih ederek o gece arsa bakmakta olduklarini soylediler. Diger onemli bir arguman da, cemaatin liderinin darbenin basarisiz olacagi belli olana kadar bir aciklama yapmamasidir. Oysaki, aksam saatleri kalkismanin oldugu belli oldugu anda, TV’ye cikip darbe girisimini kinayabilirdi. Gercekten bir tiyatro var olsaydi, bu aciklamasi mukemmel bir karsi hamle olurdu. O gece cemaatin her kesiminden istenen dualar da, cemaatin darbe girisiminden beklentisini ortaya koymaya yeterli gorulebilir.

Kuru’nun atladigi bir diger hadise de, o gece Turk halkinin darbeye karsi (kimden oldugunu ilk anda kestirememesine karsin) ortaya koydugu mucadeledir. Daha once hicbir darbe gecesi yasanmamis olan, halkin askeri mudahaleye karsi koymasi, Turk halkinin gurur duymasi gereken onemli bir basarisidir. Bundan sonra askeri darbeye yeltenecek olanlarin en buyuk korkusu da halkin karsi mucadelesi olacaktir. Tahmin ediyorum ki, bu mucadele, askeri darbeler donemini bir daha cikmamak uzere kapatmistir.

“Bank Asya’ya para yatırmış olmaktan, belirli bir öğretmen sendikası üyeliğine kadar değişik kriterler Cemaat üyeliği ve oradan da terör örgütü üyeliği için yeterli delil olarak görülmektedir.”

Seffaf olmayan yapisi, uc sac ayagindan birini “tedbir” olarak belirlemesi, ve gonulluluk uzerine kurulmus olmasi itibariyle cemaate ait olanlarin belirlenmesi nerdeyse imkansiz. Bu noktada devlet, Gulen’in Banka Asya’yi kurtarmak icin 2015-2016’da verdigi direktifler isiginda o donemde bankaya para yatirmayi cemaat uyeligi icin bir kriter secmistir. Objektif olarak bakildiginda, bu sacma bir kriter degildir. Yasanan sikintinin ozunde, Banka Asya’ya para yatiranlarin cemaate sempatizan olma kabulu degil, cemaate sempatizan olanlarin darbeden sonra hicbir filtreye tabii tutulmadan terorist kabul edilmesi vardir. Darbeden haberi olmayan ve daha onceden ogrenseler karsi tavir alma ihtimali cok yuksek olan onbinlerce insanin, (darbe suclamasiyla olmasa bile) teror orgutu uyeligi suclamasiyla islerinden atilip ceza evlerine konmalari kabul edilemez bir durumdur. Bu haksiz suclamalar, toz duman yatistiginda AKP sempatizanlarinin dahi utancla hatirlayacaklari bir hadise olarak tarihe kayit edilecektir.

“Bir açıdan Türk toplumu zulme karşı duyarsızdır. Değişik dönemlerde Ermeniler, Aleviler ve Kürtler gibi farklı gruplara yapılan zulümleri normal karşılamıştır.”

Bu argumaninda Ahmet Kuru’nun, cemaatin genelinde mevcut olan, Turk halkina duyulan ofke ve guvensizlikten etkilenmis olabilecegini gormek mumkun. Zulme karsi duyarsizlik irrasyonel bir tavirdir. Bireylerin irrasyonelliginden bahsedilebilir, ama onmilyonlarca insanin kollektif suurunun irrasyonel olmasi mumkun degildir. Ozellikle gunumuzdeki teknoloji sayesinde (butun engellemelere ragmen) her turlu bilgiye erisilebilen bir donemde, koca bir halkin zulmu gormezden gelmesi mumkun degildir. Kendi akrabalarimdan da bildigim uzere, Turkiye’de yasanan dramlara sevinen insanlar azinliktadir. Ama yakin gecmiste AKP ve cemaat arasinda yasananlar ve Turk halkinin bu mucadelede AKP tarafinda konumunu belirlemis olmasi - ki, buna CHP, MHP ve HDP sempatizanlari da dahil -, birey bazinda yasanan dramlara uzulen halkin, cemaatin yasadigi kollektif dram soz konusu oldugunda ayni hassasiyeti gostermemesine neden olmustur.

Halkin buyuk kismi, bugun cemaati Turkiye’nin bekasini tehdit eden bir teror orgutu olarak gormektedir. Erdogan gitse de, halkin bu konudaki tutumu degismeyecektir. Cemaatin Turk halkindan umidini kesmek yerine, teror orgutu olmadigini yumusak ve makul bir dille anlatmaya calismasi elzemdir. Buna Turkiye karsiti her hadiseyi (ornek: Zarrab davasi, Suriye’ye askeri harekete karsi batinin tutumu) alkislayarak, ve hatta destekleyerek, degil, daha once yasananlardaki sorumlulugunu kabul ederek baslamalidir. AKP bir siyasi partidir ve birgun gidecektir. Ama Turkiye’ye karsi kin tutmak ve devletin askeri veya ekonomik basarisizligini istemek halkin nefretinin katlanarak artmasina sebep olacaktir.

“Cemaat her alandaki büyümesine rağmen yönetim yapısını birkaç yüz kişilik bir dini cemaatte olabilecek şekilde tutmakta ısrar etti. Yüzden fazla ülkede aktif olmasına karşın, şeffaf olmayan, hiyerarşik ve dahası mistik iddialarla şekillenen karar alma yapısını devam ettirdi.”

Ahmet Kuru’nun bu konudaki izlenimleri cok onemli. Benim kisisel gozlemlerim de, Kuru’nun izlenimlerini teyit eder mahiyette. Cemaat sohbetlerinde Gulen’in mehdiyeti ve diger insan ustu mahiyetleri defalarca islenmistir. Gulen’in inzivada olan bir dervis oldugu iddiasi da kesinlikle yanlistir. Onemli isadamlari hakkinda ortaya cikan Gulen’in telefon konusmalari, ulke ve kita imamlarinin bizzat Gulen’le yaptiklari periyodik gorusmeler, Turkiye’den ve diger ulkelerden Pennsylvania’ya olan ziyaretler, Gulen’in cemaatin buyuk resimdeki kararlarinda tek adamligini gostermektedir. Ortalama halktan birisinin, cemaatte Gulen’den baska (gazeteciler disinda) kimsenin adini bilmemesi bile Gulen’in gucu ne kadar elinde tuttuguna delil olarak gosterilebilir. Cemaat bireylerinin meslek secimlerini ve cocuklarinin isimlerini dahi Gulen’e sormalari da garabetin bir parcasidir.

“O açıdan AKP iktidardan gitse bile Cemaat’in bu sorunlu özellikleri ortadan kalkmayacaktır. Bu sorunlardan dolayı Cemaat’in artık yurtdışında bile etkili bir yapı olarak devam edebilmesi zor görünmektedir. Öte yandan, Cemaat ile bir şekilde hayatları kesişmiş yüzbinlerce değerli, masum ve mağdur birey bulunmaktadır. Bu bireyler, eğer yapılan hataları eleştirel olarak
düşünür ve bunlardan ders alırlarsa, o zaman hem kendi hayatları, hem de insanlığa ilerde yapacakları katkılar adına önemli mesafeler kat edebilirler.

Kuru’dan cok onemli tesbitler. O degerli, masum ve magdurlardan bazilarini ben de taniyorum ve icinden gectikleri sikintilari biliyorum. Ote yandan, cemaat su anda kendi tabanini birarada tutmak icin olanca gucuyle calisiyor. Cemaat bireylerinde gelismis olan Erdogan dusmanligi ve Turkiye karsitligi, diger taraftan Turkiye'deki kalan cemaat mensuplarina destek konusunda olusturulan duygusal duyarlilik ve parasal yardim konusundaki seferberlik, insanlarin olaylara ust pencereden bakmasini imkansiz kilmakta, herhangi bir ozelestiri ve ciddi bir yenilenme potansiyelini de ortadan kaldirmaktadir. Cemaat, kendi Bekasi icin, yenilenmeye en ihtiyaci oldugu zamanda, bu firsati elinin tersiyle itmektedir. Ozelestiriye karsi koyanlar istemeden de olsa, cemaate en buyuk kotulugu yaptiklarinin farkinda degiller.

“Yazının Cemaat’le beraber diğer ana konusu olan AKP hakkında da olumlu bir gelecekten bahsetmek zor görünmektedir.”

Kuru AKP’nin gelecegi ile ilgili de ongorude bulunuyor. Cok da hakli. AKP siyasi bir parti. Turkiye’de ozgur ve adil secimler oldugu surece, her parti gibi misyonunu tamamlayip hatasi ve sevabiyla tarih sayfalarinda yerini alacaktir. AKP’ye yeni Turkiye’nin ruhu gibi misyonlar vermek zorlamadan ibaret ve bunlarin cekirdek sempatizanlari disinda halk nezdinde de ciddiye alindigini sanmiyorum. Islam dunyasina lider olmak, Turkiye’den yeni bir Osmanli cikarmak ruyalari da gunumuz gercekleriyle bagdasmiyor. Dolayisiyla, bundan otuz yil sonra, Turkiye’nin demokrasi ve ozgurluklerine verdigi katki olcusunde hayirla, otoriterlesmeye kaydigi, insan haklari ve hukukun ustunlugunu cignedigi olcude de pismanlikla anilacaktir.