Sunday, May 23, 2021

Ahmet Dönmez'in Yazı Dizisinin Sayısal Analizi

Ahmet Dönmez Şubat 2021'in ilk günlerinde çok önemli bir yazı dizisine başladı. Yazı dizisinin başlığı "Cemaat, içeriden adım adım 15 Temmuz'a nasıl sürüklendi" şeklinde. Mayıs 23 itibariyle 17 bölüm geride kaldı. En az on bölüm daha yayınlanacak gibi.

Okumakta olduğunuz yazının amacı yazı dizisinin içeriğinden çok sayısal analiziyle ilgili. Ama sayısal yönlerine geçmeden önce içerikle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Sayın Dönmez tarihi bir iş çıkartıyor. Gülen grubunu iyi bilen bir gazeteci olarak gerçekten gazetecilik refleksi ve bilinciyle çok zor bir sorumluluğu üzerine alarak 15 Temmuz'a ışık tutacak bilgileri okurlarıyla paylaşıyor.

Yazı dizisi bugün için gereken ilgiyi görmüyor olsa da, tarihe çok önemli bir not bırakıyor. İlerde kitap olarak da yayınlanacağından hiç kuşkum yok. Gülen grubunun özellikle mahrem ekibinin 15 Temmuz darbe girişimindeki rolü ile ilgili çok önemli detayları hep birlikte bu yazı dizisinden öğreniyoruz. Pek çoğumuzun vakıf olmadığı bilgiler paylaşılıyor. Çok gizli ve kapalı olmasıyla bilinen Gülen grubunun en gizli alt yapılanması olan "mahrem hizmetleriyle" ilgili bu kadar bilgiyi asıl kaynaklarından elde edip paylaşabilmesi, büyük bir gazetecilik başarısı.

Yazı dizisinin başlamasıyla birlikte Sayın Dönmez özellikle Gülen grubu tarafından sistemli olarak "niyetin cemaati bölmek", "istihbaratın adamısın", "şimdi zamanı değil" türü karalamalara maruz kaldı. Bütün bunlara rağmen Gülen sempatizanlarının bu yazıları dikkatle okumaları, üzerinde düşünmeleri ve içeriğin ne manaya geldiğini idrak ederek hayatlarını vakfettikleri yapıyı sorgulamaları kendi menfaatlerine. Hatta bir kısmı üzerinde aydınlanma etkisi oluşturduğu da sosyal medyadaki yorumlarından anlaşılıyor. Bu sorgulamaların önünü almaya çalışan Gülen hiyerarşisi de, karalamalarını artırarak ve sempatizanlara bu yazıları okumama tahşidatları yaparak Ahmet Dönmez'i adeta ademe mahkum etmeye çabalıyorlar.

Sayın Dönmez öğrendiklerini detaylı bir şekilde anlatmak isterken ister istemez yazı dizisini uzatıyor. 17 bölümün yayınlanması toplam 100 günü kapsadı. Konunun taraflarından gelen geridönümleri değerlendirip yazı dizisinin içeriğine dahil ettiği için ardışık iki bölüm arası ortalama 6.25 gün tuttu. Bu da art niyetli olmayan okuyucular için dahi bir sıkılma / dikkat dağılmasına yol açıyor. Yazı dizisi uzadıkça ilginin azaldığını iddia eden yorumlar okuyorum. Bunu teyit etmek için Dönmez'in Twitter hesabından her bölümle ilgili attığı Twit'lerin yorum, RT ve beğeni sayılarını derleyerek küçük bir veri tabanı oluşturdum. Bu verilerin görsel özetini aşağıdaki grafikte bulabilirsiniz.

Yazı dizisi, ilk bölümünde 400 beğeniyle başlayıp kademeli olarak bu sayıyı yükselterek Mustafa Özcan'ın adamlarının anlatıldığı 8. bölümde 1000+ beğeniye ulaştı. O tepe noktasından da kademeli bir düşüşle Milsoft olayının anlatıldığı 17. bölümde 160 beğeniye kadar indi. 8. bölümün büyük beğeni almasının en büyük sebeplerinden birisi bir önceki bölümün Gülen sempatizanları arasında büyük yankı uyandırması, o yazıda bahsi geçen üst düzey Gülenist yöneticilerin açıklamaları ve Ekrem Dumanlı'nın Dönmez ile girdiği polemik neticesinde yazı dizisinin mevcut ve eski sempatizanların önemli bir kısmına ulaşması oldu. Bunun yarattığı korku ile cemaat tabanına yazı dizisinin takip edilmemesi telkinleri, ardından gelen düşüşte önemli bir etkiye sebep olmuş olabilir. Ayrıca, konunun karmaşıklaşmasının da Gülen hiyerarşisinin etkisinde olmayan bağımsız okuyucuyu olumsuz etkilemiş olma ihtimali var.

Özellikle Milsoft olayı ile ilgili son üç yazıda okuyucu etkileşimi ve beğenisinin büyük düşüş gösterdiği görülüyor. Bunda bir başka etken de Mayıs 3'te başlayan Sedat Peker video dizisi olabilir. Peker'in videoları Sayın Dönmez'in yazı dizisini takip eden kitlenin doğal olarak çok ilgisini çekti. Sınırlı zamanını Peker videolarından yana kullananlar Sayın Dönmez'in son üç yazısına ilginin düşmesine neden olmuş gibi görünüyor.

Sayın Dönmez ilk 14 bölümün herbirinin duyurusu için ortalama 4.1 twit attı. Son üç yazısına ise toplam sekiz (ortalama 2.7) twit atarken okuyucunun ilgisindeki azalmayı öngörmüş olabilir. Kendisi de Peker videolarıyla ilgilenen Dönmez'in kendi odağını da, kısa süreli dahi olsa, bu videolara çevirmiş olması da olası.

Son birkaç aydaki negatif trende rağmen Ergenekon-Balyoz operasyonlarının anlatıldığı 13. bölümün büyük ilgi gördüğünü de not edeyim. İçerik daha genel ve insanların kabaca bildiği olaylar çevresinde geliştiği zaman, yazı dizisine ilginin eski seviyesine döndüğü görülüyor. Mahrem hizmetlerdeki güç savaşlarının anlatıldığı 11. bölüm ise, aynı ay içinde yayınlanan diğer bölümlerden cok daha az ilgi gördü. Çok az insanın bildiği ve teyit edilmesi nerdeyse imkansız bilgilerin yayınlandığı bu bölümün daha az ilgi görmesi bana şaşırtıcı gelmedi.

Eğer zamanım olursa yazı dizisi bittiği zaman bu bilgileri güncellemek niyetindeyim. İlgilenenler için Mayıs 23 itibariyle derlediğim veri tabanını aşağıdaki tabloda paylaşıyorum. Zaman ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.


Saturday, February 17, 2018

Ahmet Kuru'nun "AKP ve Cemaat" yazisi uzerine

Ahmet Kuru ABD’de San Diego Devlet Universitesinde Siyasal Bilimler profesoru. Son aylarda Turk siyaseti ve ozellikle uzunca zaman icinde bulundugu Gulen cemaati ile ilgili yazdigi yazilarla gundemden dusmuyor. Subat 17, 2018 itibariyle en son yazisi Kitalararasi.com’da “AKP ve Cemaat” basligiyla yayinlandi.

Yazisinda Turkiye’de son yillarda daha da belirginlesen otoriterlesme problemini AKP ve  cemaat denkleminde analiz ediyor. Otoriterlesmenin sebeplerini Erdogan’in sahsi, ulke ici dinamikler ve uluslarasi sistem cercevesinde ele aliyor. Ulke ici dinamiklerin en onemli aktoru olarak Gulen cemaatinin otoriterlesmedeki rolune de detayli olarak deginiyor. 15 Temmuz darbesi sonrasinda gelinen noktada cemaatin eski ortagi tarafindan yokedilme girisimini de elestiriyor. Yazisini gelecek icin iki ongoru ile bitiriyor: ya AKP’nin populist rejimine karsi ortaya cikacak laik bir dalga ya da gruplarin ozelestiri yaparak gecmisten ders alip guclu bir demokrasiye yonelmeleri.

Bu konulari ele alan bir kitap yazilsa bile atlanacak noktalar olacagi gibi, kisa bir makalede dogal olarak her detayin ele alinmasi mumkun degil. Bu blog yazimin geri kalan kisminda, yuzeysel gecilen veya hic deginilmeyen bazi noktalari ele almaya calisagim. Bu yazimin Kuru’nun onemli makalesinin dipnotlarindan biri olarak gorulmesini umit ediyorum.

“Bu süreçte diğer önemli bir eşik 17-25 Aralık 2013’de ortaya çıkan yolsuzluk dosyalarıdır. Şahsı ve aile fertlerini de içine alan operasyonlara karşı Erdoğan eski ortağı Gülen Cemaati’ni önce bu operasyonlar ile darbe yapan paralel devlet, sonrasında ise bir terör örgütü olarak tanımlama yolunu seçmiştir.”

Kuru, yazisinda 17-25 Aralik olayinin arka planina deginmiyor. Dikkatsiz bir okuyucu yazinin bu yolsuzluk sorusturmasini cemaatten bagimsiz ele aldigini dusunebilir. Amiyane ifadeyle, kazin ayagi hic de oyle degil. Yolsuzluk dosyalari cemaatle irtibati oteden beri bilinen ozel savcilar tarafindan “dersane krizi” sonrasinda ortaya suruldu. Eger cemaatle baglantili ozel savcilarin yolsuzluklarin uzerine gitme niyeti samimi olsaydi, dersane krizine karsi bir hamle olarak bekletilmeyip, daha onceden harekete gecilmeliydi. Bugun daha iyi anlasildigi uzere kapali kapilar arkasinda yapilan pazarliklar sonuc vermeyince cemaat, son kozu olarak elinde tuttugu yolsuzluk dosyalarini Erdogan’i bitirmek gayesiyle one surdu. Cemaat kendi universitelerinde yapilan yolsuzluklar ve okul ve universite arsalari usulsuzlukleri nedeni ile “sutten cikmis ak kasik” olmadigi icin Turkiye’yi yolsuzluklardan temizlemek gibi bir gayeyi de gutmedigini one surmek yanlis olmayacaktir.

Cemaat, onceleri egitim ve irsat niyetiyle baslayan sivil bir toplum hareketiydi. Kuru’nun da bahsettigi gibi AKP’li yillara kadar siyasetten uzak durmaya da gayret etti. Sivil bir toplum kurulusu olma iddiasinda olan bir hareketin yolsuzluklarin uzerine gitmek gibi bir vazifeyi uzerine almamasi lazimdi. Eger samimi olarak yolsuzluklarin uzerine gidilmis olsaydi bile, bu, bir cemaatin gorevi degildi. Tarih kontrollu deneye izin vermiyor. Ama gelisen olaylara bakip ekstrapole edildiginde, su kaniya varilabilir. Eger yolsuzluk sorusturmasi olmasaydi, Turkiye’de kalan cemaat mensuplarinin bugun maruz kaldiklari dramin hicbirisi yasanmiyor olabilirdi. Erdogan’i bitirme gayesiyle baslatilan 17-25 Aralik, cemaatin nerdeyse sonunu getirdi denebilir.

"Sürecin facia anı ise 250’den fazla insanın ölümü ile sonuçlanan 15 Temmuz 2016 darbe girişimidir... Erdoğan darbe girişiminden Cemaat’i tek başına sorumlu tutmuş ve bu konuda Cemaat’e “Fethullahçı Terör Örgütü” denmesi konusunda önde gelen neredeyse tüm siyasi aktörlerin ve medyanın desteğini almıştır. "

Kuru bu konuda da, muhtemelen yazisini uzatmamamak gayesiyle, darbenin arka planina deginmiyor. Cemaatin darbede rol aldigina dair onlarca kanit mevcut. Bircoguna gore ise, darbe tamamen cemaat tarafindan planlanmis (ben bu kanida degilim). Darbenin basinda kimler vardi, diger aktorler kimlerdi, yillar sonra elbette ortaya cikacaktir. Ama Gulen’in veya Turkiye’deki bazi siyasilerin darbeyi tamamen Erdogan ve MIT tarafindan kurgulanmis bir tiyatro olarak gormeleri gulunc bir iddia. Dolayisiyla, Erdogan’in, ve daha onemlisi Turk halkinin, darbeden cemaati sorumlu tutmalari icin onemli nedenler mevcut. Bugun, Turkiye’deki sol ve liberal kesimin buyuk kismi da bu konuda Turk halkindan farkli dusunmuyor.

Peki bu kanitlar neler? Sorgulamalarda alinan ifadeler, darbe gecesi gecen diyaloglarin dokumleri ve teslim olan askerlerin yaptigi itiraflari bir yana birakalim. Hatta tanktan cikan cemaat mensubu polis ve TRT binasindan kacarken kameralara yakalanan Surat calisanlarini da dikkate almayalim. 15 Temmuz’dan haftalarca once Osman Ozsoy ve Emre Uslu gibi cemaat mensuplarinin darbe beklenti ve ongorulerini de es gecelim. Ortada hala askeri ust cevresinde yakalanan Adil Oksuz, Kemal Batmaz ve Harun Binis gercegi var. Cemaat bugun bu insanlari kandirilmis veya MIT mensubu olarak goruyor. Ama bu insanlardan yakalanan ikisi mahkemede kandirilmis olabilecekleriyle ilgili bir ifadede bulunmadilar. MIT mensubu olsalar darbeyi tamamen cemaate yikabilirlerdi. Ama onlar acik sekilde yalani tercih ederek o gece arsa bakmakta olduklarini soylediler. Diger onemli bir arguman da, cemaatin liderinin darbenin basarisiz olacagi belli olana kadar bir aciklama yapmamasidir. Oysaki, aksam saatleri kalkismanin oldugu belli oldugu anda, TV’ye cikip darbe girisimini kinayabilirdi. Gercekten bir tiyatro var olsaydi, bu aciklamasi mukemmel bir karsi hamle olurdu. O gece cemaatin her kesiminden istenen dualar da, cemaatin darbe girisiminden beklentisini ortaya koymaya yeterli gorulebilir.

Kuru’nun atladigi bir diger hadise de, o gece Turk halkinin darbeye karsi (kimden oldugunu ilk anda kestirememesine karsin) ortaya koydugu mucadeledir. Daha once hicbir darbe gecesi yasanmamis olan, halkin askeri mudahaleye karsi koymasi, Turk halkinin gurur duymasi gereken onemli bir basarisidir. Bundan sonra askeri darbeye yeltenecek olanlarin en buyuk korkusu da halkin karsi mucadelesi olacaktir. Tahmin ediyorum ki, bu mucadele, askeri darbeler donemini bir daha cikmamak uzere kapatmistir.

“Bank Asya’ya para yatırmış olmaktan, belirli bir öğretmen sendikası üyeliğine kadar değişik kriterler Cemaat üyeliği ve oradan da terör örgütü üyeliği için yeterli delil olarak görülmektedir.”

Seffaf olmayan yapisi, uc sac ayagindan birini “tedbir” olarak belirlemesi, ve gonulluluk uzerine kurulmus olmasi itibariyle cemaate ait olanlarin belirlenmesi nerdeyse imkansiz. Bu noktada devlet, Gulen’in Banka Asya’yi kurtarmak icin 2015-2016’da verdigi direktifler isiginda o donemde bankaya para yatirmayi cemaat uyeligi icin bir kriter secmistir. Objektif olarak bakildiginda, bu sacma bir kriter degildir. Yasanan sikintinin ozunde, Banka Asya’ya para yatiranlarin cemaate sempatizan olma kabulu degil, cemaate sempatizan olanlarin darbeden sonra hicbir filtreye tabii tutulmadan terorist kabul edilmesi vardir. Darbeden haberi olmayan ve daha onceden ogrenseler karsi tavir alma ihtimali cok yuksek olan onbinlerce insanin, (darbe suclamasiyla olmasa bile) teror orgutu uyeligi suclamasiyla islerinden atilip ceza evlerine konmalari kabul edilemez bir durumdur. Bu haksiz suclamalar, toz duman yatistiginda AKP sempatizanlarinin dahi utancla hatirlayacaklari bir hadise olarak tarihe kayit edilecektir.

“Bir açıdan Türk toplumu zulme karşı duyarsızdır. Değişik dönemlerde Ermeniler, Aleviler ve Kürtler gibi farklı gruplara yapılan zulümleri normal karşılamıştır.”

Bu argumaninda Ahmet Kuru’nun, cemaatin genelinde mevcut olan, Turk halkina duyulan ofke ve guvensizlikten etkilenmis olabilecegini gormek mumkun. Zulme karsi duyarsizlik irrasyonel bir tavirdir. Bireylerin irrasyonelliginden bahsedilebilir, ama onmilyonlarca insanin kollektif suurunun irrasyonel olmasi mumkun degildir. Ozellikle gunumuzdeki teknoloji sayesinde (butun engellemelere ragmen) her turlu bilgiye erisilebilen bir donemde, koca bir halkin zulmu gormezden gelmesi mumkun degildir. Kendi akrabalarimdan da bildigim uzere, Turkiye’de yasanan dramlara sevinen insanlar azinliktadir. Ama yakin gecmiste AKP ve cemaat arasinda yasananlar ve Turk halkinin bu mucadelede AKP tarafinda konumunu belirlemis olmasi - ki, buna CHP, MHP ve HDP sempatizanlari da dahil -, birey bazinda yasanan dramlara uzulen halkin, cemaatin yasadigi kollektif dram soz konusu oldugunda ayni hassasiyeti gostermemesine neden olmustur.

Halkin buyuk kismi, bugun cemaati Turkiye’nin bekasini tehdit eden bir teror orgutu olarak gormektedir. Erdogan gitse de, halkin bu konudaki tutumu degismeyecektir. Cemaatin Turk halkindan umidini kesmek yerine, teror orgutu olmadigini yumusak ve makul bir dille anlatmaya calismasi elzemdir. Buna Turkiye karsiti her hadiseyi (ornek: Zarrab davasi, Suriye’ye askeri harekete karsi batinin tutumu) alkislayarak, ve hatta destekleyerek, degil, daha once yasananlardaki sorumlulugunu kabul ederek baslamalidir. AKP bir siyasi partidir ve birgun gidecektir. Ama Turkiye’ye karsi kin tutmak ve devletin askeri veya ekonomik basarisizligini istemek halkin nefretinin katlanarak artmasina sebep olacaktir.

“Cemaat her alandaki büyümesine rağmen yönetim yapısını birkaç yüz kişilik bir dini cemaatte olabilecek şekilde tutmakta ısrar etti. Yüzden fazla ülkede aktif olmasına karşın, şeffaf olmayan, hiyerarşik ve dahası mistik iddialarla şekillenen karar alma yapısını devam ettirdi.”

Ahmet Kuru’nun bu konudaki izlenimleri cok onemli. Benim kisisel gozlemlerim de, Kuru’nun izlenimlerini teyit eder mahiyette. Cemaat sohbetlerinde Gulen’in mehdiyeti ve diger insan ustu mahiyetleri defalarca islenmistir. Gulen’in inzivada olan bir dervis oldugu iddiasi da kesinlikle yanlistir. Onemli isadamlari hakkinda ortaya cikan Gulen’in telefon konusmalari, ulke ve kita imamlarinin bizzat Gulen’le yaptiklari periyodik gorusmeler, Turkiye’den ve diger ulkelerden Pennsylvania’ya olan ziyaretler, Gulen’in cemaatin buyuk resimdeki kararlarinda tek adamligini gostermektedir. Ortalama halktan birisinin, cemaatte Gulen’den baska (gazeteciler disinda) kimsenin adini bilmemesi bile Gulen’in gucu ne kadar elinde tuttuguna delil olarak gosterilebilir. Cemaat bireylerinin meslek secimlerini ve cocuklarinin isimlerini dahi Gulen’e sormalari da garabetin bir parcasidir.

“O açıdan AKP iktidardan gitse bile Cemaat’in bu sorunlu özellikleri ortadan kalkmayacaktır. Bu sorunlardan dolayı Cemaat’in artık yurtdışında bile etkili bir yapı olarak devam edebilmesi zor görünmektedir. Öte yandan, Cemaat ile bir şekilde hayatları kesişmiş yüzbinlerce değerli, masum ve mağdur birey bulunmaktadır. Bu bireyler, eğer yapılan hataları eleştirel olarak
düşünür ve bunlardan ders alırlarsa, o zaman hem kendi hayatları, hem de insanlığa ilerde yapacakları katkılar adına önemli mesafeler kat edebilirler.

Kuru’dan cok onemli tesbitler. O degerli, masum ve magdurlardan bazilarini ben de taniyorum ve icinden gectikleri sikintilari biliyorum. Ote yandan, cemaat su anda kendi tabanini birarada tutmak icin olanca gucuyle calisiyor. Cemaat bireylerinde gelismis olan Erdogan dusmanligi ve Turkiye karsitligi, diger taraftan Turkiye'deki kalan cemaat mensuplarina destek konusunda olusturulan duygusal duyarlilik ve parasal yardim konusundaki seferberlik, insanlarin olaylara ust pencereden bakmasini imkansiz kilmakta, herhangi bir ozelestiri ve ciddi bir yenilenme potansiyelini de ortadan kaldirmaktadir. Cemaat, kendi Bekasi icin, yenilenmeye en ihtiyaci oldugu zamanda, bu firsati elinin tersiyle itmektedir. Ozelestiriye karsi koyanlar istemeden de olsa, cemaate en buyuk kotulugu yaptiklarinin farkinda degiller.

“Yazının Cemaat’le beraber diğer ana konusu olan AKP hakkında da olumlu bir gelecekten bahsetmek zor görünmektedir.”

Kuru AKP’nin gelecegi ile ilgili de ongorude bulunuyor. Cok da hakli. AKP siyasi bir parti. Turkiye’de ozgur ve adil secimler oldugu surece, her parti gibi misyonunu tamamlayip hatasi ve sevabiyla tarih sayfalarinda yerini alacaktir. AKP’ye yeni Turkiye’nin ruhu gibi misyonlar vermek zorlamadan ibaret ve bunlarin cekirdek sempatizanlari disinda halk nezdinde de ciddiye alindigini sanmiyorum. Islam dunyasina lider olmak, Turkiye’den yeni bir Osmanli cikarmak ruyalari da gunumuz gercekleriyle bagdasmiyor. Dolayisiyla, bundan otuz yil sonra, Turkiye’nin demokrasi ve ozgurluklerine verdigi katki olcusunde hayirla, otoriterlesmeye kaydigi, insan haklari ve hukukun ustunlugunu cignedigi olcude de pismanlikla anilacaktir.

Saturday, March 29, 2014

Oylar cemaate mi, AKP'ye mi?

Yarin Turkiye'de belediye secimleri var. AKP mi yoksa cemaat mi referandumu da denilebilir. Son uc ay, daha dogrusu Aralik 17 ve sonrasi, hickimsenin daha onceden tahmin edemeyecegi gelismeleri gosterdi Turk halkina. Tarih, bu gelismeleri yazacak elbette. Dolayisiyla da benim burada ozetlememe cok gerek yok. Zaten boyle bir seye kalkismak da anlamsiz cunku uc ay icinde o kadar cok olay gelisti ki. 

Isin ozeti cemaatin acikca AKP hukumetine savas acmasiydi. Gorunurde AKP’li bakan ve basbakanin yaptigi yolsuzluklarin ortaya cikarilmasi olarak lanse edilmeye calisilsa da, bunun sadece zahir oldugu, isin aslinin ise belki hicbir zaman tam olarak ortaya cikmayacak dahi olsa bir “iktidar” kavgasi oldugu kesindi. 

Kanimca, cemaat devlette sinirsiz bir guce ulasmak istiyor ve istihbarat gibi kurumlari tam olarak ele gecirmeyi amacliyor. Yani cemaat, gozunu hukumetin yetkilerine dikmis ve ulkeyi tamamiyla kendi istedigi dogrultuda yonlendirmek istiyor. Hukumet ise TURGEV turu kurumlarla gozunu hizmetin sivil etki alanina dikmis. Cemaatin guclenmesi ve devlet icindeki sizmalarindan memnuniyetsizlik, hukumeti halk icindeki etki alanini cemaatin elinden almaya yoneltti denebilir. Ayni zamanda MIT mustesarinin sorusturulmasi gibi olaylarla (ki ardinda hic kuskusuz cemaat vardi) iyice aciga cikan gerginlik AKP’yi pasif durumdan aktif duruma gecmeye zorladi. Dersanelerin kapatilmasi olayi da bunun en buyuk neticesi olarak gorulebilir.

Dersaneler olayinin patlak vermesinin birkac hafta ertesinde ve yerel secimlerden hemen uc ay once baslatilan yolsuzluk sorusturmasi, oncelikle bu kapsamda degerlendirilmali. Ama isin bir de uluslararasi boyutlari var tabii. En basta AKP’nin Iran’la olan cikar iliskileri ki, uluslararasi ambargodan bunalan Iran’in degerlerini Turk bankalarinda muhafaza etmesi bu iliskilerin en onemlilerinden. Ayrica Israil’le Mavi Marmara olayindan beri suregelen gerginlik de cok onemli diger bir faktor. Ote yandan cemaatin yurt disindaki buyumesi ve buna paralel olarak bazi guclerle olan zorunlu uzlasma cabalari da AKP ile olan mucadelenin diger bir onemli ogesi. Hickimsenin uzerinde durmadigi aslinda cok onemli gordugum ABD’deki charter okullarinda cikan yolsuzluk soylenti ve sorusturmalarin da bu mucadelede onemli bir etkisinin oldugu soylenebilir.

Butun bu ic ve dis faktorlerin etkisiyle, hickimse bu boyut ve aciklikta tahmin etmese bile, boyle bir mucadelenin cikmasi kacinilmazdi aslinda. Demokrat kalemin bu konuda 3-4 yil once yazdiklari da cemaate ait bazi mahrem bilgilerin er ya da gec gun yuzune cikip tartismaya acilacagini ongoruyordu.

Cemaat bu uc ay icinde kendine ittifak olarak CHP ve Aydin grubunu secerken AKP de diger Islami gruplarla ittifak yoluna gitti. Liberal kesim de esit olmamakla birlikte bu konuda ikiye bolundu diyebiliriz. Erdogan’in totaliterlesmeye giden yonetimine hakli elestiriler ve kutuplasma ve uluslararasi iliskilerdeki bazi abartili yaklasimlar son yillarda liberal kesimin AKP’ye olan destegini azaltmisti. Hatta onemli bir kismi Erdogan karsitligiyla gozleri kamasmis bir sekilde, bugunun mucadelesinde hakkaniyet cizgilerini acikca kaybetmis gorunduler. Cemaati tanimamalari neticesinde, sosyal medya ile topluma ulastirilan yasadisi dinleme ve MIT tirlarina baskin olayinda goruldugu gibi bazi aksiyoner hareketleri sivil bir toplum kurulusuna baglayamadiklari icin de bir ikilem yasadiklari soylenebilir. Bunun neticesinde, AKP ve bir noktada devletle yapilan mucadelenin ciddiyetini kavrayamadilar.

Son uc ay icinde neler ortaya dokulmedi ki. Bir tarafta, Basbakan’la oglunun akceli meselelerdeki telefon gorusmeleri, bir bakanin dini meselelerde laubali konusmalari, bazi bakan ve AKP’li yoneticilerin kendi medyalarini kurma konusundaki ugrasilari vesaire. Diger tarafta, cemaatin bir zamanlar cok onde olan Latif Erdogan ve Ahmet Keles gibi muntesiplerinin itiraflari, kapi kapi dolasip CHP ve MHP icin oy isteyen abi ve ablalar ve Gulen'in dunyevi meselelerde cemaati cok aktif sekilde yonettigini gosteren telefon gorusmeleri vesaire.

Bunlarin hicbirisi secimden birkac gun once ortaya cikan Suriye ile ilgili ust duzel asker, dis isleri bakani ve MIT mustesari arasindaki gizli gorusmenin Youtube’den yayinlanmasi kadar “outrageous” degildi. Konusmanin iceriginin hicbir onemi yok bence. Boyle bir toplantinin dinlenip servis edilmesi tek kelime ile vatan hainligidir. Devletin kutsalligina kesinlikle inanmayan benim gibi birisi icin bile farkli bir degerlendirme yapmak mumkun degil. Bu hainliktir ve baska bir degerlendirme anlamsizdir, en azindan irade ve aklini kiraya vermemis olanlar icin. Bu olaydan birkac gun once sinir ihlali yapan Suriye ucaginin dusurulmesini secimlere yonelik manevra olarak mansetlerine tasiyan ve bu hainligin gerceklesmesi uzerine de “ama icerik” diye cigirtkanlik yapan cemaat medyasinin hali bunu kimin sizdirdigi konusunda da cemaati olagan supheli konumuna sokmaktadir.

Cemaat 40 yildir egitim ve son 10-15 yilinda dinlerarasi diyalog konularina odaklanmis ve bu ozelligiyle de Turkiye'de cok genis bir tabandan destek bulmustu. Son uc aydir ortaya cikan cemaatin istihbarat calismalari, devlet kurumlarindaki otonom gucu ve bu gucu kullanmaktan cekinmemesi bu destegi buyuk olcude torpuledi. Cematin tabani boyle genis capli bir kavgaya hazir mi peki? Ozellikle alt tabani cok pasif ve bariscil olan cemaatin boyle bir mucadelede kisa veya orta vadede basarili olabilecegine ihtimal vermiyorum.

Artik ok yaydan cikti ve bu isin geri donusu yok. AKP oyle kizgin ve sirtindan hancerlenmis hissiyati icinde ki, secim sonrasi planini cemaati tamamen bitirmeye yonelik olarak kurdu. Erdogan’in secim meydanlarinda aylardir kullandigi cok agir ifadeleri de bunu isaret ediyor zaten. Yerel secim referanduma donustu. AKP yuzde 40-42 bandinda oy alacak tahminimce. Istanbul ve Ankara da AKP’nin elinde kalacak gibi. Ama secim sonucu ne olursa olsun, beklentilerin ustune ciksalar da altinda kalsalar da, secim sonrasi cemaat icin olum kalim sureci baslamis olacak. Ne aci ki, yuzlerce ulkede actigi okullar ve bireyleri yetistirme konusundaki hizmetleri toplumun buyuk kesimi tarafindan takdir edilen cemaat, egitim isinin cok otesine gecen aktivitelerinin zehirli meyvelerini toplamaya mecbur birakilacak. Keske egitim ve diyalog hizmetlerinin disina cikilmasaydi. Keske.

Ote yandan Erdogan yonetimindeki AKP'nin yolsuzluk ve otoriterlesme yonunde yaptigi yanlisliklar da bu kavga esnasinda hafife alindi ve alinmaya devam edecek. Bunun sonucunda, Turk toplumu bu yanlisliklari icsellestirmek durumunda birakilacak. Yolsuzluk iddiasiyla baslatilan bu mucadelenin yolsuzluklarin uzerine gidilmesi onunde en buyuk engel olma riski ne aci bir ironi. Caldiysa caldi ama is de yapiyor veya calsa bile boyle kallesce bir mucadeleye girisilmemeliydi gibi yaklasimlar Turk toplumunda yayginlastikca, yolsuzluk ve otoriterlesme konusundaki hassasiyetler ister istemez azalacak ve bundan da en buyuk zarari yine Turkiye gorecektir.